GECE YARISI GÜNEŞİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
GECE YARISI GÜNEŞİ

yok


    GECE YARISI GÜNEŞİ (MELODİ) 7.BÖLÜM

    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 13
    Kayıt tarihi : 31/01/10
    Nerden : ANKARA

    GECE YARISI GÜNEŞİ (MELODİ) 7.BÖLÜM Empty GECE YARISI GÜNEŞİ (MELODİ) 7.BÖLÜM

    Mesaj  Admin Ptsi Şub. 01, 2010 9:48 am

    MELODİ
    Okula geri döndüğümde beklemek zorundaydım. Son saat henüz bitmemişti. Bu iyiydi, çünkü düşünmem gereken şeyler vardı ve yalnız zamana ihtiyaç duyuyordum.
    Kokusu arabadan gitmemişti. Pencereleri kapalı tutup bana hücum etmesine izin verdim ve boğazımdaki alevlere alışmaya çalıştım.
    Cazibe.
    Bu düşünülmesi problemli bir konuydu. Çok farklı yanlar, çok farklı anlam ve seviyeler. Aşkla aynı şey değildi; ama içinden çıkılamayacak şekilde bağlıydı.
    Bella’yı cezbedip cezbetmediğime dair hiçbir fikrim yoktu. (Zihinsel sessizliği ben delirene kadar gittikçe daha da sinir bozucu olmaya devam mı edecekti, yoksa sonunda erişeceğim bir sınır var mıydı?)
    Fiziksel tepkilerini diğerleriye – Jessica ve sektreter gibi – karşılaştırmayı denedim; ama bir sonucu yoktu. Aynı işaretler – kalp atışında ve soluk alıp verişte değişiklikler – ilgi anlamına geldiği gibi, kolaylıkla korku, şok ya da gerginlik anlamına da gelebilirdi. Bella’nın, bir zamanlar Jessica Stanley’nin sahip olduğu düşünceleri paylaşabilmesi mümkün değildi. Sonuçta Bella, tam olarak ne olduğunu bilmese de benimle ilgili bir yanlışlık olduğunu biliyordu. Buz tenime dokunmuştu ve elini anında soğuktan çekmişti.
    Yine de, o fantezilerin beni iğrendirdiğini hatırladığımda; ama bu sefer Jessica’nın yerinde Bella’yla hatırladığımda…
    Daha hızlı nefes alıyordum ve ateş boğazımı tırmalıyordu.
    Ya beni kollarım narin vücuduna dolanmış halde hayal eden Bella olsaydı? Onu göğsüme doğru sıkıca yaklaştıp elimle çenesinin altını kavradığımı? Kızaran yüzünden saçlarının gür perdesini okşayarak çektiğimi? Parmak uçlarımla dolgun dudaklarının şeklini takip ettiğimi? Yüzümü onunkine doğru, dudaklarımda nefesinin sıcaklığını hissedebilecek kadar eğdiğimi? Daha yaklaştığımı…
    Ama sonra hayalden kaçındım, Jessica bunları hayal ettiğinde olduğu gibi, eğer ona o kadar yaklaşırsam olacakları bilerek…
    Cazibe imkansız bir ikilemdi, çünkü Bella beni çoktan en kötü şekilde cezbetmişti.
    Bella’nın bana bir kadının bir erkeğe olduğu şekilde çekilmesini istiyor muydum?
    Bu yanlış soruydu. Doğru soru, Bella’nın bana bu şekilde çekilmesini istemeli miyim’di, cevap da hayırdı, çünkü insan bir erkek değildim ve bu onun için doğru değildi.
    Varlığımın her zerresiyle normal bir erkek olabilmek için yanıp tutuştum, böylece hayatını tehlikeye atmadan onu kollarıma alabilirdim. Böylece kendi hayallerimi kurabilirdim, sonunda onun kanının ellerimi kaplamadığı, gözlerimde parlamadığı hayaller…
    Onun peşinden koşmamın bir savunması yoktu. Ona dokunmayı bile göze alamadığımda, nasıl bir ilişki teklif edebilirdim ki?
    Başımı ellerime aldım.
    Ha. Hazırlıksız yakalandın. Bu bir ilk , diye düşündü Emmett yerine yerleşirken. “Bahse girerim ki Bayan Goff uyuşturucu kullandığını düşünüyor, son zamanlarda çok tuhafsın. Bugün neredeydin?”
    “Ben… yararlı işler yapıyordum.”
    Hah?
    Güldüm. “Hastayla ilgilenmek gibi bir şey.”
    Bu kafasını daha da çok karıştırdı; ama sonra arabadaki kokuyu içine çekti.
    “Ah. Yine o kız mı?”
    Yüzümü buruşturdum.
    Bu gittikçe garipleşiyor .
    “Bir de bana sor.” diye söylendim.
    Kokuyu tekrar içine çekti. “Hmm. Oldukça hoş bir kokusu var değil mi?”
    Gözlerini daha bitirmeden istemsiz bir tepkiyle dudaklarımın arasından bir hırlama çıktı.
    “Sakin ol çocuk, sadece söylüyorum.”
    Sonra diğerleri geldi. Rosalie kokuyu anında fark etti ve sinirini atlatamamış halde bana öfkeyle baktı. Probleminin ne olduğunu merak ediyordum; ama ondan duyabildiğim tek şey bir hareket dizisiydi.
    Jasper’ın tepkisinden de hoşlanmamıştım. Emmett gibi o da Bella’nın çekiciliğini fark etmişti. Koku, ikisine de bana geldiğinin binde biri çekici değlidi; ama yine de kanının onlara tatlı gelmesi beni üzdü. Jasper iyi bir kontrole sahip değildi.
    Alice yanıma geldi ve Bella’nın kamyonetinin anahtarını almak için elini uzattı.
    “Sadece yaptığımı gördüm.” dedi. “Bana nedenlerini söylemen gerekecek.”
    “Bu o anlama gelmiyor–“
    “Biliyorum, biliyorum. Bekleyeceğim. Çok uzun sürmeyecek.”
    İç çekip anahtarı verdim.
    Onu Bella’nın evine kadar takip ettim. Yağmur milyonlarca küçük çekiç gibi iniyordu, o kadar yüksek sesliydi ki belki Bella’nın insan kulakları kamyonetin motorunu duymamıştı. Penceresini izledim; ama bakmak için çıkmadı. Belki orada değildi. Duyulacak hiçbir düşünce yoktu.
    Onu kontrol etmek için yetecek kadar bile duyamamam beni üzdü – mutlu olduğundan emin olmak için, güvende olduğundan en azından.
    Alice arkaya bindi ve eve doğru hızlandık. Yollar boştu, o sayede sadece birkaç dakika aldı. Eve geldik ve hepimiz kendi ayrı eğlencelerimize gittik.
    Emmett ve Jasper sekiz tahtanın birleşiminden oluşan bir tahtayla, kendi karmaşık kurallarıyla oynadıkları ayrıntılı satrancın ortasındalardı. Oynamama izin vermezlerdi, artık benimle sadece Alice oyun oynuyordu.
    Alice onların olduğu köşedeki bilgisayarına gitti ve monitörün çalıştığını duydum. Alice Rosalie’nin elbise dolabı için yeni bir moda tasarımı üzerinde çalışıyordu; ama Rosalie bugün arkasında durup Alice’in elini dokunmatik ekranda (Carlisle ile ben sistemle biraz oynamak zorunda kalmıştık, çünkü bu ekranların çoğu ısıya yanıt veriyordu) dolaşırken kesim ve renklerle ilgili yönlendirmeye gitmemişti. Onun yerine asık bir suratla kanepeye yayılmış, hiç durmadan ve saniyede yirmi kanal değiştirerek zap yapıyordu. Garaja gidip BMW’sini tekrar düzenleyip düzenlememeye karar vermeye çalıştığını duyabiliyordum.
    Esme üst kattaydı, mavi basma kumaşlarla çalışıyordu.
    Bir süre sonra Alice kafasını duvara dayadı ve ağzıyla sırtı ona dönük oturan Emmett’in gelecek hamlelerini, rakibinin en sevdiği atını yüzünde sakin bir ifadeyle alan Jasper’a söylemeye başladı.
    Ve ben, uzun zamandan beri ilk defa – o kadar uzun ki utanç duydum – girişin yanındaki zarif, büyük piyanonun başına oturdum. Sesi kontrol etmek için elimi nazikçe tuşların üzerinde gezdirdim. Akort hala mükemmeldi.
    Üst katta, Esme yaptığı şeyi bıraktı ve başını kaldırdı.
    Bugün arabada ortaya çıkan ezginin başını çaldım, sesinin hayal ettiğimden daha iyi çıkması beni memnun etti.
    Edward tekrar çalıyor , diye düşündü Esme mutlulukla, yüzünde bir gülümseme belirerek. Masasından kalktı ve sessizce merdivenin başına geldi.
    Esas melodinin içinden geçmesine izin vererek ahenkli bir dize ekledim.
    Esme hoşnutlukla iç çekip en üst basamağa oturdu ve başını trabzana dayadı. Yeni bir beste. Çok uzun zaman olmuştu. Ne kadar güzel bir ezgi.
    Melodiyi alçak perdeyi takip ederek yeni bir yöne götürdüm.
    Edward yine beste mi yapıyor? diye düşündü Rosalie ve dişleri sert bir güceniklikle birbirine kenetlendi.
    O anda, hata yaptı ve öfkesinin esas sebebini okuyabildim. Niye bana böyle huysuzca davrandığını, Isabella Swan’ı öldürmenin vicdanını niye hiç rahatsız etmediğini gördüm.
    Rosalie ile, her şey kendini beğenmişlikle ilgiliydi.
    Müzik birdenbire durdu ve kendimi durduramadan güldüm, elimi çabucak ağzıma atmadan önce keskin bir kahkaha koparttım.
    Rosalie bana dönüp öfkeyle baktı, gözleri kırgın öfke kıvılcımları saçıyordu.
    Emmett ve Jasper da bana baktı ve Esme’nin kafasının karıştığını duydum. Bir anda aşağı kata indi ve Rosalie ile bana baktı.
    “Durma Edward.” diye cesaretlendirdi Esme gergin bir an sonrasında.
    Rosalie’ye arkamı dönüp yüzümde beliren gülümsemeyi kontrol edebilmek için büyük çaba harcayarak tekrar çalmaya başladım. Ayağa kalktı ve utangaçlıktan çok, öfkeyle odadan çıktı; ama kesinlikle oldukça utanmıştı.
    Eğer bir şey söylersen, seni bir köpek gibi avlarım .
    Başka bir kahkahayı bastırdım.
    “Sorun ne Rosalie?” diye seslendi Emmett arkasından. Rosalie dönmedi. Devam edip garaja girdi ve arabasının altına kendini oraya gömebilecekmiş gibi girdi.
    “Bu neydi?” dedi Emmett bana.
    “En ufak bir fikrim yok.” diye yalan söyledim.
    Emmett sinirlenip homurdandı.
    “Çalmaya devam et.” dedi Esme. Ellerim yine duraklamıştı.
    İstediği şeyi yaptım ve gelip, ellerini omzuma koyarak arkamda durdu.
    Beste ilgii uyandırıcıydı; ama yarımdı. Bir köprüyle oynadım; ama bir şekilde doğru gelmedi.
    “Büyüleyici. Bir ismi var mı?” diye sordu Esme.
    “Daha değil.”
    “Bir hikayesi var mı?” diye sordu sesinde bir gülümsemeyle. Bu ona büyük bir hoşnutluk vermişti ve müziği boşladığım için kendimi suçlu hissettim. Bencillik etmiştim.
    “Bu bir… ninni sanırım.” Sonra köprüyü doğru kurdum. Arkasındaki harekete kolayca öncülük etti.
    “Bir ninni.” diye tekrarladı kendi kendine.
    Bu ezginin bir hikayesi vardı ve bir bunu kere gördüğümde parçalar çaba harcamadan yerine oturdu. Hikaye küçük bir yatakta uyuyan bir kızdı, gür, koyu ve dağınık saçları yastıkta deniz yosunu gibi kıvrılan bir kız…
    Alice, Jasper’ı kendi oyunlarıyla bıraktı ve yanıma oturdu. Heyecan verici, ahenkli sesiyle ezginin iki oktav yukarısında bir sözsüz bir melodi söyledi.
    “Bundan hoşlandım.” diye mırıldandım. “Ama buna ne dersin?”
    Dizesini ezgiye ekledim – ellerim şimdi bütün parçalar üzerinde bir arada çalışmak için tuşların üzerine uçuyordu – biraz değiştirerek, yeni bir yöne yönlendirerek…
    Ruh halini yakaladı ve beraber söyledi.
    “Evet. Muhteşem.” dedim.
    Esme omzumu sıktı.
    Ama Alice’in sesinin ezginin üzerinde yükselip onu başka bir yere götürmesiyle artık sonu görebiliyordum. Şarkının nasıl bitmesi gerektiğini görebiliyordum, çünkü uyuyan kız, tıpkı olduğu gibi muhteşemdi ve herhangi bir değişiklik yanlış olurdu, bir üzüntü olurdu. Beste bu anlayışa doğru sürüklendi, daha yavaş ve daha alçak. Alice’in sesi de alçaldı, ağırbaşlı hale geldi.
    Son notayı çaldım ve sonra tuşların üzerinde başımı eğdim.
    Esme saçımı okşadı. İyi olacak Edward. En iyisi yönünde çözülecek. Sen mutluluğu hak ediyorsun oğlum. Kader sana bunu borçlu.
    “Teşekkürler.” diye fısıldadım, inanabilmeyi dileyerek.
    Aşk her zaman kullanışlı paketlerde karşına çıkmaz.
    Neşesizce güldüm.
    Sen, büyük ihtimalle, dünyadaki herkesin içinde, bu kadar zor bir ikilemle savaşmak için en donanımlı kişisin. Hepimizin içinde en iyisi ve parlağısın.
    İç çektim. Bütün anneler oğulları için aynı şeyi düşünürdü.
    Esme, trajedi potansiyeline rağmen bütün bu zamandan sonra nihayet kalbime dokunulduğu için hala neşeyle doluydu. Benim her zaman yalnız olacağımı düşünmüştü…
    O da seni sevecek , diye düşündü aniden, düşüncelerinin yönüyle beni şaşırtarak. Eğer zekiyse. Gülümsedi. Ama birinin senin de öyle olduğunu yakalamak için bu kadar yavaş olacağını hayal edemiyorum.
    “Yapma anne, beni utandırıyorsun.” diye alay ettim. Kelimeleri olanak dışı olsa da, beni neşelendirmişti.
    Alice güldü ve “Heart and Soul”un ilk elini ortaya çıkardı. Sırıttım ve onunda basit armoniyi tamamladım. Sonra onu bir “Chopsticks” performansıyla şereflendirdim.
    Kıkırdadı ve iç çekti. “Keşke Rose’a niye güldüğünü bana söylesen.” dedi. “Ama söylemeyeceğini görüyorum.” “Hayır.”
    Kulağıma parmağıyla bir fiske attı.
    “Kibar ol Alice.” diye azarladı Esme. “Edward centilmenlik yapıyor.”
    “Ama öğrenmek istiyorum.”
    Sızlanan tonuna güldüm. Sonra “İşte Esme.” dedim ve en sevdiği besteyi çalmaya başladım, Carlisle ile aralarında izlediğim aşklarına isimsiz bir hediye.
    “Teşekkürler canım.” Tekrar omzumu sıktı.
    Tanıdık parçaya odaklanmam gerekmedi. Onun yerine hala garajda olan Rosalie’yi düşündüm ve kendi kendime sırıttım.
    Kıskançlığın potansiyelini kendim yeni keşfettiğim için, ona biraz acıyordum. Sefil eden bir duyguydu. Tabii ki, onun kıskançlığı benimkinden binlerce kat daha azdı.
    Rosalie’nin hayatı ve kişiliği bu kadar güzel olmasaydı ne kadar değişik olurdu, merak ettim. Eğer güzellik her zaman en güçlü noktası olmasaydı daha mutlu bir insan olur muydu? Daha az benmerkezci? Daha çok şefkatli? Eh, sanırım merak etmek işe yaramazdı çünkü geçmiş geçmişti ve o her zaman en güzel olmuştu. İnsan olduğu zamanlar bile kendi güzelliğinin spot ışıkları altında yaşamıştı. Onun için sorun değildi. Tam tersi – çekiciliği neredeyse her şeyden daha çok seviyordu. Bu ölümsüzlüğünü kaybedişiyle değişmemişti.
    O yüzden ben baştan beri onun güzelliğine diğer bütün erkeklerden beklediği gibi aşırı hayranlık duymadığım için gücenmesi sürpriz değildi. Beni hiçbir şekilde istediğinden değil – bundan çok uzaktı; ama buna rağmen onu istemediğim için darılmıştı. İstenmeye çok alışıktı.
    Jasper ve Carlisle ile farklıydı – onların ikisi de zaten aşıktı. Ben tamamen boştaydım; ama yine de inatla hareketsiz kalmıştım.
    Eski gücenikliğinin kaybolduğunu düşünmüştüm. Bunu uzun süre önce geçtiğini.
    Ve geçmişti… ben sonunda güzelliği bana onunkinin dokunmadığı şekilde dokunan birini bulana kadar.
    Rosalie eğer onun güzelliğini hayranlığa değer bulmadıysam, dünyada bana ulaşacak hiçbir güzellik olmadığını inancına güvenmişti. Bella’nın hayatını kurtadığımdan beri sinirliydi; benim tamamen bilinçsiz olduğum ilgiyi kadın hisleriyle tahmin etmişti.
    Önemsiz bir insan kızını ondan daha çekici bulduğum için ciddi olarak alınmıştı.
    Gülme dürtüsünü tekrar bastırdım.
    Beni rahatsız etti ama, Bella’yı görüşü. Rosalie gerçekten kızın sıradan olduğunu düşünüyordu. Buna nasıl inanabilirdi? Bana anlaşılmaz geliyordu. Kıskançlığın bir sonucuydu şüphesiz.
    “Ah!” dedi Alice aniden. “Jasper tahmin et, ne gördüm?”
    Gördüğünü görmüştüm ve ellerim tuşlarda donakalmıştı.
    “Ne oldu Alice?” diye sordu Jasper.
    “Peter ve Charlotte haftaya ziyarete geliyorlar. Buralarda olacaklar, ne güzel değil mi?”
    “Sorun ne Edward?” diye sordu Esme omuzlarımdaki gerilimi hissedip.
    “Peter ve Charlotte Forks’a mı geliyorlar?” diye tısladım Alice’e.
    Gözlerini devirdi. “Sakinleş Edward. Bu onların ilk ziyareti değil.”
    Dişlerim birbirine kenetlendi. Bu, Bella geldiğinden ve tatlı kanı sadece bana çekici gelmediğinden beri ilk ziyaretleriydi.
    Alice yüz ifademi görünce kaşlarını çattı. “Asla burada avlanmazlar. Bunu biliyordun.”
    Ama Jasper’ın bir nevi kardeşi olan vampir ve sevdiği küçük vampir bizim gibi değillerdi; alışıldık yoldan avlanıyorlardı. Bella’nın etrafında onlara güvenilmezdi.
    “Ne zaman?” diye sordum.
    Dudaklarını mutsuz bir şekilde büzdü; ama öğrenmem gerekeni söyledi. Pazartesi sabahı. Kimse Bella’yı incitmeyecek.
    “Hayır.” diye katıldım ona ve sırtımı döndüm. “Hazır mısın Emmett?”
    “Sabah gideceğimizi sanıyordum?”
    “Pazar gecesi geri döneceğiz. Ne zaman gideceğimiz sana kalmış.”
    “Peki, tamam. Önce Rose’a hoşça kal dememe izin ver.”
    “Tabii.” Rosalie’nin içinde bulunduğu tuh haliyle, bu kısa bir veda olacaktı.
    Gerçekten kendini kaybettin Edward , diye düşündü arka kapıya yönelirken.
    “Sanırım kaybettim.”
    “Yeni besteyi benim için bir kere daha çal.” diye rica etti Esme.
    “Eğer istersen.” diye kabul ettim, ezgiyi kaçınılmaz sonuna –bana yabancı şekillerde acı veren sona- kadar çalmakta biraz tereddütlü olmama rağmen. Bir an düşündüm, sonra cebimden şişe kapağını çıkarıp boş nota sehpasına koydum. Bu biraz yardımcı oldu –onun evetinin küçük anı.
    Kendi kendime başımı salladım ve çalmaya başladım.
    Esme ve Alice birbirlerine baktılar; ama ikisi de sormadı.
    “Kimse sana yemeğinle oynamamanı söylemedi mi?” diye seslendim Emmett’e.
    “Ah, selam Edward!” diye bağırdı, elini sallayıp sırıtarak. Ayı, onun dikkat dağınıklığından faydalanıp ağır pençesiyle Emmett’in göğsünü tırmaladı. Keskin tırnaklar tişörtünü parçaladı ve derisinde gıcırtı sesi çıkardı.
    Ayı bu yüksek perdedeki sese böğürdü.
    Ah kahretsin, bu tişörtü bana Rose vermişti.
    Emmett geri kükredi ve hayvanı çileden çıkardı.
    İç çektim ve yakın bir kayaya oturdum. Bu zaman alabilirdi.
    Ama Emmett neredeyse işi bitirmişti. Ayının başka bir pençe darbesiyle kafasını koparmayı denemesine izin verdi ve darbe geri sekip ayıya zarar verdiğinde güldü. Ayı kükredi ve Emmett gülüşünün arasında ona geri kükredi. Sonra, arka ayakları üzerinde kendinden bir baş büyük olan hayvanın üzerine atladı. Vücutları birbirlerine dolanarak ve beraberlerinde bir olgun bir alaçamı da götürerek yere düştü. Aynın hırlamaları bir lıkırtı sesiyle kesildi.
    Birkaç dakika sonra, Emmett onu beklediğim yere koştu. Tişörtü mahvolmuştu, yırtık ve kanlıydı, ayrıca yapış yapış ve kürkle kaplıydı. Siyah kıvırcık saçları pek iyi durumda değildi. Yüzünde kocaman bir sırıtma vardı.
    “Bu güçlüydü. Bana pençe attığında neredeyse hissettim.”
    “Çocuk gibisin Emmett.”
    Benim düzgün, temiz gömleğime bir bakış attı. “O dağ aslanını takip edemedin mi?”
    “Tabii ki ettim. Sadece senin gibi vahşi yemiyorum.”
    “Keşke daha güçlü olsalardı. Daha eğlenceli olurdu.”
    “Kimse sana yemeğinle kavga etmen gerektiğini söylemedi.”
    “Evet; ama başka kimle kavga edeceğim? Sen ve Alice hile yapıyorsunuz, Rose saçının bozulmasını hiç istemiyor ve Esme eğer Jasper ve ben gerçekten kavga edersek çok sinirleniyor.”
    “Hayat zor, değil mi?”
    Emmett bana sırıttı ve saldırı pozisyonuna geçti.
    “Hadi ama Edward. Sadece bir dakikalığına kapat şunu ve adil savaş.”
    “Kapatılmıyor.” diye hatırlattım ona.
    “O insan kızın seni kafasından uzak tutmak için ne yaptığını merak ediyorum.” dedi Emmett düşünceye dalarak. “Belki bana birkaç püf nokta verebilir.”
    Neşem silindi. “Ondan uzak dur.” diye homurdandım dişlerimin arasından.
    “Alıngan, alıngan.”
    İç çektim. Emmett geldi ve yanıma oturdu.
    “Özür dilerim. Zor bir durumdan geçtiğini biliyorum. Gerçekten çok fazla kaba olmamaya çalışıyorum; ama bu benim bir çeşit doğal durumum olduğu için…”
    Şakasına gülmemei bekledi ve sonra yüzünü buruşturdu.
    Her zaman çok ciddisin. Şimdi seni ne rahatsız ediyor?
    “Onu düşünüyorum. Endişeleniyorum aslında.”
    “Endişelenecek ne var? Sen buradasın.” Yüksek sesle güldü.Şakasını görmezden geldim; ama sorusuna cevap verdim. “Ne kadar kırılgan olduklarını hiç düşündün mü? Bir ölümlünün başına ne kadar kötü şey gelebileceğini?”
    “Pek değil. Kastettiğin şeyi anlıyorum gerçi. İlk sefer bir ayıya pek eş bir rakip değildim, değil mi?
    “Ayılar” diye mırıldandım, yığına bir korku daha ekleyerek. “Bu kesinlikle onun şansı olurdu değil mi? Kasabada başıboş bir ayı. Tabii ki direkt Bella’ya giderdi.”
    Emmett kıkırdadı. “Deli gibi konuşuyorsun, bunu biliyor musun?”
    “Sadece bir dakikalığına Rosalie’nin insan olduğunu hayal et Emmett ve bir ayıyla karşılaşabileceğini… ya da bir arabanın ona çarpabileceğini… ya da yıldırım düşebileceğini… ya da merdivenlerden düşebileceğini… ya da hastalanabileceğini!” Kelimeler gök gürültüsü gibi çıktı. Dışarı çıkmalarına izin vermek bir rahatlıktı –bütün haftasonu içimde büyümüşlerdi. “Yangınlar ve depremler ve fırtınalar! Ugh! En son ne zaman haberleri seyrettin? Onların başına ne tür şeyler geldiğini gördün mü? Hırsızlıklar ve cinayetler.” Dişlerim birbirine kenetlendi ve başka bir insanın onu incitmesi fikri beni öyle çileden çıkardı ki nefes alamadım.
    “Orada kal çocuk. O Forks’ta yaşıyor hatırladın mı? En kötüsü yağmurda ıslanır.” Omuzlarını silkti.
    “Ciddi bir kötü şansı olduğunu düşünüyorum Emmett, gerçekten düşünüyorum. Kanıtlara bak. Dünyada gidebileceği o kadar çok yer varken, vampirlerin nüfusun önemli bölümünü işgal ettikleri bir kasabaya geliyor.”
    “Evet; ama biz vejeteryanız. O yüzden bu iyi şans değil mi?”
    “O kokusuyla mı? Kesinlikle kötü. Ve sonra, daha çok kötü şans olarak, bana nasıl koktuğu.” Ellerime tekrar nefret ederek öfkeyle baktım.
    “Carlisle dışında herkesten daha iyi kontrolun olması dışında. Yine iyi şans.”
    “Minibüs?”
    “O sadece bir kazaydı.”
    “Ona gelişini görmen gerekliydi Em, tekrar tekrar. Yemin ederim, sanki bir mıknatısı varmış gibiydi.”
    “Ama sen oradaydın. Bu iyi şanstı.”
    “Öyle mi? Bu bir insanın başına gelebilecek en kötü şanssızlık değil mi –bir vampirin ona aşık olması?”
    Emmett bir süre sessizce düşündü. Kızı kafasında canlandırdı ve görüntüyü ilginç bulmadı. Gerçekten, cazibeyi göremiyorum.
    “Eh, ben de Rosalie’nin çekiciliğini göremiyorum.” dedim kabaca.
    Emmett kıkırdadı. “Sanırım bana söylemezsin…”
    “Probleminin ne olduğunu bilmiyorum Emmett.” diye yalan söyledim ani ve geniş bir sırıtmayla.
    Niyetini kendimi korumaya yetecek vakit varken gördüm. Beni kayadan düşürmeye çalıştı ve aramızdaki taşta bir yarık oluşurken, yüksek bir çatırtı duyuldu.
    “Hilekar.” diye mırıldandı.
    Başka bir deneme yapmasını bekledim; ama düşünceleri farklı bir yöne gitmişti. Yine Bella’nın yüzünü canlandırıyordu; ama daha beyaz hayal ediyordu ve gözlerini parlak kırmızı…
    “Hayır.” dedim, sesim titredi.
    “Bu ölümlülük konusundaki endişelerini çözümler değil mi? Ve onu öldürmek de istemezsin. Bu en iyi yol değil mi?”
    “Benim için mi, yoksa onun için mi?”
    “Senin için.” diye cevapladı basitçe. Ses tonu bir tabii ki ekledi.
    Neşesizce güldüm. “Yanlış cevap.”
    “Ben sorun etmedim.” diye hatırlattı.
    “Rosalie etti.”
    İç çekti. İkimiz de Rosalie’nin eğer tekrar insan olabilecekse her şeyi yapabileceğini, her şeyden vazgeçebileceğini biliyorduk. Emmett’ten bile.
    “Evet, Rosalie etti.” diye kabul etti sessizce.
    “Ben yapamam… yapmamalıyım… Bella’nın hayatını mahvetmeyeceğim. Eğer o Rosalie olsaydı aynı şeyleri hissetmez miydin?”
    Emmett bir süre düşündü. Sen onu gerçekten… seviyor musun?
    “Tanımlayamıyorum bile Emmett. Bir anda, kız benim bütün dünyam oldu. O olmadan dünyanın bir anlamını göremiyorum.”
    Ama onu değiştirmeyeceksin? Sonsuza kadar yaşayamaz, Edward.
    “Bunu biliyorum.” diye inledim.
    Ve, senin de söylediğin gibi, bir nevi kırılgan.
    “Güven bana –onu da biliyorum.”
    Emmett ince ruhlu bir insan değildi ve narin tartışmalar onun en iyi yaptığı şey değildi. Şimdi gücendirici olmamayı isteyerek bocalıyordu.
    Ona hiç dokunabilecek misin? Yani, eğer onu seviyorsan… ona dokunmak istemeyecek misin?
    Emmett ve Rosalie şiddetli bir fiziksel aşkı paylaşıyorlardı. Bu olmadan, birinin sevebileceğini anlamakta güçlük çekiyordu.
    İç çektim. “Bunu düşünemem bile Emmett.”
    Vay. O zaman seçeneklerin neler?
    “Bilmiyorum.” diye fısıldadım. “Onu… onu bırakmak için bir yol arıyorum. Sadece kendimi nasıl uzakta tutabileceğimi bilmiyorum.
    Büyük bir hoşnutlukla, birdenbire, kalmanın doğru olduğunu anladım –en azından şimdi. Peter ve Charlotte gelirken. Burada, geçici olarak, benimle birlikte güvendeydi ve sonra ben gidince güvende olacaktı. Bir süre, onun pek mümkün olmayan koruyucusu olabilirdim.
    Bu düşünce beni heyecanlandırdı; bu rolü mümkün olduğunca uzun doldurmak için karşı konulmak bir gitme isteği duydum.
    Emmett yüz ifademdeki değişikliği fark etti. Ne düşünüyorsun?
    “Şu anda.” diye itiraf ettim mahcup bir şekilde. “Forks’a dönüp onu kontrol etmek için ölüyorum. Pazar gecesini edebilir miyim bilmiyorum.”
    “I-ıh! Eve erken gitmeyeceksin. Rosalie’nin biraz sakinleşmesine izin ver. Lütfen! Benim için.”
    “Kalmaya çalışırım.” dedim şüpheyle.
    Emmett cebimdeki telefona hafifçe vurdu. “Alice eğer panik atağın için bir sebep olursa seni arar. Bu kız hakkında en az senin kadar garip.”
    Yüzümü buruşturdum. “İyi; ama pazarı geçirmeyeceğim.”
    “Geri dönmek için acele etmenin bir manası yok –zaten güneşli olacak. Alice Çarşambaya kadar okula gidemeyeceğimizi söyledi.”
    Sertçe kafamı iki yana salladım.
    “Peter ve Charlotte düzgün davranmasını bilirler.”
    “Umrumda değil Emmett. Bella’nın şansıyla, ormana yürümeye tam yanlış zamanda gider ve-“ İrkildim. “Peter kendini kontrol edişiyle bilinmiyor. Pazar günü geri dönüyorum.”
    Emmett iç çekti. Tamamen deli biri gibi.
    Pazartesi sabahı pencereden yatak odasına tırmandığımda Bella huzurla uyuyordu. Bu sefer yağ getirmeyi hatırlamıştım ve pencere yolumden sessizce çekilmişti.
    Saçının yastıkta düz şekilde uzanmasından burada olduğum son geceden daha rahat bir gece geçirdiğini söyleyebilirdim. Elleri küçük bir çocuk gibi yanağının altındaydı ve ağzı hafifçe açılmıştı. Dudaklarının arasından soluğunun yavaş giriş çıkışını duyabiliyorum.
    Burada olmak, onu tekrar görebilmek inanılmaz bir ferahlıktı. Durum bu olmadığı zaman gerçekten huzurlu olamadığımı fark ettim. Ondan uzaktayken hiçbir şey doğru değildi.
    Onunlayken her şey doğru da değildi gerçi. İç çektim ve susuzluk ateşinin boğazımı tırmalamasına izin verdim. Uzun süre uzak kalmıştım. Acı ve ayartı olmaksızın geçirilen zaman şimdi bunu çok daha kuvvetlendirmişti. Kitaplarının adlarını okuyabilmek için yatağının yanında diz çökememem yeterince kötüydü. Aklındaki hikayeleri bilmek istiyordum; ama susuzluğumdan çok eğer kendime ona o kadar yaklaşmak için izin verirsem, daha da yaklaşmak isteyeceğimden korkuyordum…
    Dudakları çok yumuşak ve sıcak görünüyordu. Onlara parmağımın ucuyla dokunduğumu hayal edebiliyordum, sadece hafifçe…
    Bu kesinlikle kaçınmam gereken türden bir hataydı.
    Gözlerim tekrar tekrar yüzünde dolaştı, değişiklikler için onu inceledi. Ölümlüler her zaman değişiyordu – herhangi bir şey kaçırma fikri üzücüydü.
    Yorgun göründüğünü düşündüm. Bu hafta sonu yeterince uyuyamamış gibi. Biriyle dışarı mi çıkmıştı?
    Alayla ve sessizce bunun beni ne kadar çok üzdüğüne güldüm. Ne olmuş çıktıysa? Ona sahip değildim. O benim değildi.
    Hayır, o benim değildi – ve ben yine üzgündüm.
    Ellerinden biri büküldü ve avcunda yüzeysel, ancak iyileşmiş çizikler olduğunu gördüm. İncinmiş miydi? Ciddi bir yara olmadığı açık olsa da, yine de beni rahatsız etti. Yerini tarttım ve mutlaka düşmüş olduğuna karar verdim. Düşünülünce, bu mantıklı bir açıklamaydı.
    Bütün bu küçük gizemleri sonsuza kadar çözmeye çalışmak zorunda olmadığımı düşünmek rahatlatıcıydı. Artık arkadaştık – ya da en azından, olmaya çalışıyorduk. Ona haftasonunu sorabilirdim – kumsalı ve onu bu kadar yorgun gösteren gece aktivitesinin ne olduğunu. Ellerine ne olduğunu sorabilirdim ve onlarla ilgili teorimi doğruladığında gülebilirdim.
    Okyanusa düşüp düşmediğini merak ederken hafifçe gülümsedim. Orada hoş vakit geçirip geçirmediğini merak ettim. Beni hiç düşünüp düşünmediğini merak ettim. Onu özlediğimin çok az bir kısmı bile beni özleyip özlemediğini…
    Onu kumsalda, güneşte resmetmeye çalıştım. Resim tam değildi ama, çünkü hiçbir zaman First Plajı’nda bulunmamıştım. Nasıl göründüğünü sadece fotoğraflardan biliyordum…
    Evimden sadece birkaç dakikalık koşu mesafesinde bulunan güzel kumsala hiç gitmemiş olma sebebimi düşününce endişe hissettim. Bella günü La Push’ta geçirmişti – antlaşma tarafından gitmemin yasaklı olduğu yer. Birkaç yaşlı adamın hala Cullen’larla ilgili hikayeleri hatırladığı yer, hatırladıkları ve inandıkları yer. Sırrımızın bilindiği bir yer…
    Kafamı iki yana salladım. Bu konuda endişelenecek bir şey yoktu. Quileute’ler de antlaşma tarafından bağlanmışlardı. Bella o yaşlanan bilgelere rastlasa bile, hiçbir şeyi açığa çıkartamazlardı. Ve konu niye açılsındı ki? Bella niye merakını orada seslendirmeye karar versindi? Hayır – muhtemelen Quileute’ler kaygılanmamam gereken tek şeydi.
    Güneş doğmaya başlanınca sinirlendim. Bana merakımı önümüzdeki günlerde tatmin edemeyeceğimi hatırlattı. Niye şimdi parlamayı seçmişti?
    İç çekerek, etraf birinin beni burada görmesine yetecek kadar aydınlanmadan önce pencereden çıktım. Okula gidişini görmek için evinin yanındaki *** ormanda kalacaktım; ama ağaçların arasına girdiğimde kokusunu oradaki patikada alınca şaşırmıştım.
    Karanlıkta hızla, merakla ve derine gittikçe endişelenerek takip ettim. Bella burada ne yapıyordu?
    Patika özel olmayan bir yerde aniden bitti. Eğrelti otlarının arasına doğru sadece birkaç adım daha ileri gitmişti, düşmüş bir ağacın gövdesine dokunmuştu, belki de oraya oturmuştu…
    Oturduğu yere oturdum ve etrafa baktım. Görebileceği tek şey eğrelti otları ve ağaçlardı. Muhtemelen yağmur yağıyordu – koku yıkanmıştı, ağaca işlememişti.
    Bella niye gelip tek başına oturmuştu – yalnızdı, bundan şüphem yoktu – bu ıslak, karanlık ormanda?
    Hiçbir anlam çıkaramıyordum ve diğer merak noktalarının tersine, bundan normal bir diyalogda bahsedemezdim.
    Ee, Bella, uyuyuşunu izlediğim odandan ayrıldıktan sonra ormanda kokunu takip ediyordum da…
    Burada ne düşündüğünü ve ne yaptığını hiçbir zaman öğrenemeyecektim, bu dişlerimin sinirle gıcırdamasına neden oldu. Daha da kötüsü, bu Emmett için hayal ettiğim senaryoya çok benziyordu – Bella kokusunun takip etmek için duyuları olan herkesi çekeceği, ağaçların arasında yalnız dolaşıyor…
    İnledim. Sadece kötü şansı yoktu, o kendi de çağırıyordu.
    Pekala, şu an için bir koruyucusu vardı. Onu kollayacaktım, zarar görmesini engelleyecektim, bu durumu haklı çıkarabildiğim sürece.
    Aniden kendimi Peter ve Charlotte’un uzun bir ziyaret yapmasını dilerken buldum.[/font][b]

      Forum Saati Ptsi Nis. 29, 2024 2:57 am