GECE YARISI GÜNEŞİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
GECE YARISI GÜNEŞİ

yok


    GECE YARISI GÜNEŞİ (HAYALET ) 8.BÖLÜM

    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 13
    Kayıt tarihi : 31/01/10
    Nerden : ANKARA

    GECE YARISI GÜNEŞİ (HAYALET ) 8.BÖLÜM Empty GECE YARISI GÜNEŞİ (HAYALET ) 8.BÖLÜM

    Mesaj  Admin Ptsi Şub. 01, 2010 9:44 am

    HAYALET
    Jasper’ın ziyaretçilerini, Forks’ta oldukları iki güneşli gün boyunca pek görmedim.
    Eve sadece Esme endişelenmesin diye uğradım. Bunun dışında, varlığım bir
    vampirinkinden çok bir hayaletinkine benziyordu. Aşkımın ve saplantımın öznesini
    takip edebileceğim, güneş ışığında yanında yürüyebilen şanslı insanların zihninde
    onu görebileceğim ve duyabileceğim yerde, gölgelerin içinde, görünmez halde
    dolanıyordum. Bazen yanlışlıkla elleri onun elinin arkasına değiyordu. Böyle bir
    temasa hiç tepki vermiyordu; elleri onunki kadar sıcaktı.
    Okula mecburen gitmemek hiçbir zaman böyle bir çile olmamıştı; ama güneş
    onu mutlu etmiş görünüyordu, o yüzden çok fazla öfkelenemedim. Onu memnun
    eden her şey benim için iyiydi.
    Pazartesi sabahı, kendime güvenimi yok edip ondan uzakta geçirdiğim
    zamanı işkenceye çevirebilecek bir konuşma dinledim; ama bittiğinde beni çok
    sevindirmişti.
    Mike Newton’a biraz saygı duymalıydım; tamamen vazgeçip yaralarını
    sarmak için uzaklaşmamıştı. Düşündüğümden daha çok cesarete sahipti. Tekrar
    deneyecekti.
    Bella okula oldukça erken gitti ve belli ki parladığı sürece güneşin tadını
    çıkarmaya kararlı olarak, zilin çalmasını beklerken nadiren kullanılan piknik
    banklarından birine oturdu. Güneş saçına beklenmedik şekillerde etki yapmış,
    tahmin etmediğim, kırmızı bir ışıltı vermişti.
    Mike onu orada tekrar karalama yaparken buldu ve şansı üzerine
    heyecanlandı.
    Parlak güneş ışığı nedeniyle ormanın gölgelerine bağlı ve güçsüz halde sadece
    izleyebilmek acı vericiydi.
    Bella, Mike’ı, onun mutlu olmasına bende de tam tersi etki yapmasına yetecek
    bir hevesle selamladı.
    Bak, benden hoşlanıyor. Eğer hoşlanmasaydı böyle gülümsemezdi. Bahse girerim ki
    benimle dansa gitmek istiyordu. Acaba Seattle’da bu kadar önemli ne var…
    Saçındaki değişikliği gördü. “Daha önce hiç fark etmemiştim – saçının içinde
    kırmızı tonları var.”
    Bir tutamı parmaklarının arasına aldığında yanlışlıkla elimi koymuş olduğum
    genç bir ladini söktüm.
    “Sadece güneşte.” dedi ve beni çok fazla tatmin ederek, tutamı kulağının
    arkasına attığında ondan hafifçe çekindi.
    Mike’ın cesaretini toplaması bir süre aldı, zamanı önemsiz bir konuşmayla
    geçirdi.
    Bella ona hepimizin çarşamba gününe teslim etmemiz gereken kompozisyonu
    hatırlattı. Yüzündeki hafif kendini beğenmiş ifadeden anlaşılıyordu ki onunki çoktan
    bitmişti. Mike tamamen unutmuştu ve bu boş zamanını kısıtlıyordu.
    Kahretsin – aptal kompozisyon.
    Sonunda konuya geldi – dişlerim birbirine o kadar sert kenetlenmişti ki,
    graniti un ufak edebilirdi – ve o zaman bile, soruyu doğru soramadı.
    “Benimle dışarı çıkmayı isteyip istemediğini soracaktım.”
    “Ya,”
    Kısa bir sessizlik oldu.
    Ya? Bu da ne demek? Evet mi diyecek? Bekle – sanırım gerçekten sormadım.
    Zorlukla yutkundu.
    “Diyordum ki, yemeğe falan gidebiliriz… ve ben ödev üzerinde sonra
    çalışabilirim.”
    Aptal – bu da bir soru değildi.
    “Mike…”
    Kıskançlığımın acısı ve öfkesi aynı geçen hafta olduğu kadar güçlüydü.
    Kendimi orada tutmaya çalışırken başka bir ağacı daha devirdim. İnsan gözlerinin
    göremeyeceği hızla kampüse koşup onu kaçırmayı – şu anda öldürüp bundan keyif
    alabileceğim o oğlandan onu çalmayı çok istedim.
    Ona evet der miydi?
    “Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum.”
    Tekrar nefes aldım. Katılaşmış vücudum rahatladı.
    Seattle sadece bir bahaneydi demek ki. Hiç sormamalıydım. Ne düşünüyordum ki?
    Bahse girerim o ucubedir, Cullen…
    “Niye?” diye sordu asık bir suratla.
    “Bence…” Tereddüt etti. “Ve eğer şu anda söylediğimi tekrar edersen seni
    memnuniyetle döverek öldürürüm–”
    Dudaklarından dökülen ölüm tehdidinin kulağa geliş şekline yüksek sesle
    güldüm. Bir karga feryat etti, ürktü ve benden kaçtı.
    “Ama bence bu Jessica’nın duygularını incitir.”
    “Jessica?” Ne? Ama… Ah. Tamam. Sanırım… Yani… Ha.
    Düşünceleri artık tutarlı değildi.
    “Gerçekten Mike, kör müsün?”
    Duygularını paylaşıyordum. Herkesten kendisi kadar zeki olmalarını
    beklememeliydi; ama bu gerçek çok açıktı. Mike, Bella’ya çıkma teklif etmek için
    kendini o kadar zorladıktan sonra, Jessica için böyle zor olmadığını mı düşünmüştü?
    Onu diğerlerine kör eden mutlaka bencilliği olmalıydı. Bella o kadar özveriliydi ki,
    her şeyi görüyordu.
    Jessica. Hah. Vay. Hah. “Ya,” diyebildi.
    Mike ondan sonra güvenilmez bir görüş noktası haline geldi. Jessica’yı
    kafasında tekrar tekrar döndürdükten sonra, onun tarafından çekici bulunmaktan
    hoşlandığını anladı. İkinci sıradaydı, Bella’nın böyle hissetmesi kadar iyi değildi.
    Tatlı ama, sanırım. Güzel vücut. Eldeki bir kuş…
    Sonra Bella’yla olanlar kadar iğrenç fantezilerine dalmıştı; ama şimdi
    öfkelendirmek yerine sadece sinir bozuyorlardı. İki kızı da ne kadar az hak ediyordu;
    gözünde neredeyse değiş tokuş edilebilirlerdi. Bunun üzerine zihninden uzak
    durdum.
    Bella gittiğinde devasa bir ağacın serin gövdesine kıvrıldım ve zihinden zihne
    geçerek onu her zaman görüşümde tuttum. Angela Weber’ın gözleri uygun
    olduğunda her zaman memnundum. Keşke Weber kızına tamamen iyi biri olduğu
    için teşekkür etmenin bir yolu olsaydı. Bella’nın ona layık bir arkadaşa sahip olması
    daha iyi hissetmemi sağlıyordu.
    Yüzünü görebildiğim her açıdan izledim ve tekrar üzgün olduğunu fark
    ettim. Bu beni şaşırttı – güneşin onun gülümsemeye devam etmesi için yeterli
    olacağını düşünmüştüm. Öğle yemeğinde, sık sık boş Cullen masasına baktığını
    gördüm ve heyecanlandım. Bana umut verdi. Belki o da beni özlemişti.
    Diğer kızlarla çıkmak için planları vardı – otomatik olarak ben de kendi
    gözetim planlarımı yaptım – ama Mike, Jessica’yı Bella için planladığı randevuya
    davet edince bu tasarılar ertelendi.
    O yüzden direkt olarak evine gittim ve yolda, kimsenin çok yaklaşmadığından
    emin olmak için, orman içinde ufak bir tarama yaptım. Jasper’ın eski kardeşini
    kasabadan kaçınması için uyardığını biliyordum – hem açıklama hem de uyarı
    olarak deliliğimden bahsetiğini – ama risk almayacaktım. Peter ve Charlotte’un
    ailemle düşmanlık yaratma niyetleri yoktu; fakat bunlar değişebilir şeylerdi…
    Pekala, abartıyordum, bunu biliyordum.
    Benim izlediğimi biliyormuş gibi, onu göremediğimde çektiğim işkenceye
    acımış gibi, Bella içeride uzun bir saat kaldıktan sonra arka bahçeye çıktı. Elinde bir
    kitap, kolunun altında bir örtü vardı.
    Sessizce açıklığa yüksekten bakan en yakın ağacın yüksek dallarına
    tırmandım.
    Örtüyü ıslak çimlerin üzerine yaydı, karnının üzerine yatıp, bir yeri bulmaya
    çalışıyor gibi yıpranmış kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Omzunun üzerinden
    okudum.
    Ah – daha fazla klasik. Bir Austen hayranıydı.
    Ayak bileklerini birbiri üzerine atarak, hızlıca okudu. Vücudu aniden dikelip
    eli sayfada donduğunda, güneş ışığının ve rüzgarın saçında oynayışını izliyordum.
    Gördüğüm tek şey, kalın bir sayfa kesitini sertçe alıp çevirdiğinde üçüncü bölümde
    olduğuydu.
    Bir başlık sayfasının görüntüsünü yakaladım, Mansfield Park. Yeni bir
    hikayeye başlıyordu – kitap derleme bir eserdi. Niye bu kadar ani hikaye
    değiştirdiğini merak ettim.
    Kısa bir süre sonra sinirle kitabı kapattı. Yüzünde sert bir ifadeyle, kitabı itti
    ve döndü. Kendini sakinleştirmeye çalışıyormuşçasına derin bir nefes aldı, bluzunun
    kollarını kıvırdı ve gözlerini kapattı. Romanı hatırlıyordum; ama onu
    sinirlendirebilecek bir şey düşünemiyordum. Başka bir gizem. İç çektim.
    Hareketsizce yattı, sadece bir kere saçını yüzünden çekmek için hareket etti.
    Kestane rengi bir nehir halinde başının üzerinde havalandı. Sonra tekrar
    hareketsizleşti.
    Nefes alıp verişi yavaşladı. Birkaç uzun dakika sonra dudakları titremeye
    başladı. Uykusunda mırıldanıyordu.
    Karşı çıkılması imkansız. Mümkün olduğunca uzağı dinledim, yakınlardaki
    evlerin içindeki sesleri yakaladım.
    İki kaşık un… bir bardak süt…
    Hadi ama! Ãunu potaya geçir! Ah, hadi ama!
    Kırmızı ya da mavi… ya da belki daha sıradan bir şey giymeliyim…
    Yakınlarda kimse yoktu. Yere zıpladım ve sessizce parmak uçlarımın üzerine
    indim.
    Bu çok yanlış, çok riskliydi. Eskiden ne kadar da küçümser tavırlarla Emmett’i
    düşüncesiz davranışları, Jasper’ı da disiplinsizliği nedeniyle yargılardım – ve şimdi
    bilinçli olarak bütün kuralları, vahşi bir coşkuyla yok sayıyordum. Bir zamanlar,
    sorumluluk sahibi olan bendim.
    İç çektim; ama aldırışsızca gün ışığının içine ilerledim.
    Kendime güneşin parlaklığında bakmaktan kaçınıyordum. Gölgede tenimin
    kaya gibi ve buz soğukluğunda olması yeterince kötüydü; Bella ile kendime güneş
    ışığında yan yana bakmak istemiyordum. Aramızdaki farklılık zaten başa
    çıkılamazdı, kafamda bu görüntü de olmadan yeterince acı vericiydi.
    Ama yaklaştığımda tenine yansıyan gökkuşağı ışıltılarını görmezden
    gelemezdim. Bu görüntü üzerine çenem kenetlendi. Daha fazla ucube olabilir
    miydim? Eğer şimdi gözlerini açarsa düşeceği dehşeti hayal ettim…
    Geri çekilmeye başladım; ama tekrar mırıldanıp beni orada tuttu.
    “Mmm… Mmm.”
    Anlaşılır bir şey değil. Pekala, biraz bekleyecektim.
    Kolumu uzatıp çok yaklaştığımda her ihtimale karşı nefesimi tutarak dikkatle
    kitabını çaldım. Birkaç yarda uzaktayken tekrar nefes almaya başladım ve güneş ışığı
    ile açık havanın kokusunu etkileyişini tattım. Isı kokuyu tatlandırmış gibi
    görünüyordu. Boğazım arzuyla alevler içinde kaldı, ateş yine taze ve şiddetliydi,
    çünkü ondan uzun süre uzak kalmıştım.
    Bir an onu kontrol ettim ve sonra – kendimi burnumdan nefes almaya
    zorlayarak – kitabını açtım. İlk kitapla başlamıştı… Hızla, Austen’ın aşırı derecede
    kibar yazımında sinirlendirme potansiyeline sahip bir şey arayarak Aşk ve Yaşam’ın
    üçüncü bölümünde sayfaları çevirdim.
    Gözlerim istemsizce adımda durakladığında – Edward Ferrars karakterinin ilk
    tanıtıldığı yer – Bella tekrar konuştu.
    “Mmm. Edward.” İç çekti.
    Bu sefer uyandığından korkmadım. Sesi sadece alçak, özlem dolu bir
    mırıltıydı, eğer beni şimdi görmüş olsaydı çıkacak korku çığlığı değil.
    Mutluluk, kendime olan nefretimle savaştı. En azından hala beni düşlüyordu.
    “Edmund. Ahh. Çok… yakın…”
    Edmund?
    Ha! Rüyasında beni görmüyordu, diye anladım içim kararak. Kendime olan
    nefretim kuvvet kazandı. Hayali karakterleri düşlüyordu. Çok kendini beğenmiş
    biriydim.
    Kitabını yerine koydum ve tekrar gölgelerin örtüsü altına girdim – ait
    olduğum yere.
    Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken ve gölgeler ona doğru sürünürken yine
    çaresiz hissederek onu izledim. Onları geri itmek istedim; ama karanlık kaçınılmazdı;
    gölgeler onu aldı. Işık gittiğinde yeni çok soluk görünüyordu – hayalet gibi. Saçı
    tekrar koyu, yüzüne karşı neredeyse siyahtı.
    İzlemek ürkütücüydü – Alice’in görüşlerinin gerçekleştiğine tanık olmak
    gibiydi. Bella’nın düzenli, güçlü kalp atışları tek güvenceydi, bir kabustaymış gibi
    hissetmememi sağlayan tek sesti.
    Babası eve geldiğinde rahatladım.
    Eve doğru gelirken ondan çok az duyabildim. Anlaşılmaz bir rahatsızlık…
    geçmişte, işteki gününden bir şey. Açlıkla karışık beklenti – akşam yemeği için
    sabırsızlandığını tahmin ettim; ama düşünceleri o kadar sessiz ve gizliydi ki, doğru
    olduğundan emin olamadım; sadece özünü algılayabiliyordum.
    Annesinin zihninin nasıl olduğunu merak ettim – hangi genetik birleşimin
    onu böyle eşsiz halde getirdiğini.
    Bella sıçrayarak uyandı, babasının arabasının tekerlekleri tuğla yola
    girdiğinde oturarak. Etrafına bakındı, beklenmedik karanlıktan kafası karışmış gibi
    görünüyordu. Kısa bir an, gözleri saklandığım gölgelere dokundu; ama çabucak
    uzağa baktı.
    “Charlie?” diye sordu alçak bir sesle, hala küçük bahçeyi çevreleyen ağaçlara
    bakarak.
    Babasının araba kapısı kapandı ve o sese doğru baktı. Çabucak ayağa kalktı ve
    ağaçlara bir bakış daha atarak eşyalarını toparladı.
    Küçük mutfağın yanındaki arka cama yakın bir ağaca geçtim ve akşamlarını
    dinledim. Charlie’nin örtülü düşüncelerini sözleriyle karşılaştırmak ilginçti. Kızına
    olan sevgisi ve ilgisi çok kuvvetliydi; ama sözleri her zaman kısa ve sıradandı.
    Çoğunlukla samimi bir sessizlik içinde oturdular.
    Bella’nın ertesi akşam Port Angeles’taki planlarını konuştuğunu duydum ve
    dinlerken kendi tasarılarımı oluşturdum. Jasper Peter ve Charlotte’u Port
    Angeles’tan uzak kalmaları için uyarmamıştı. Yakın zamanda beslendiklerini ve
    evimizin yakınında avlanmaya niyetleri olmadığını bilsem de, onu izleyecektim, ne
    olur ne olmaz. Sonuçta, dışarıda her zaman benim türüm vardı, ayrıca şimdiden
    önce hiç düşünmediğim bütün o insan tehlikeleri de mevcuttu.
    Babasını yemeği kendi başına hazırlamak zorunda bırakacağı için endişelerini
    dile getirdiğini duydum ve teorimin kanıtı üzerine gülümsedim – evet, bakıcı oydu.
    Sonra ayrıldım, uyuduğunda geri döneceğimi bilerek.
    Mahremiyetine bir röntgencinin yapacağı gibi izinsizce dalmayacaktım. Onun
    korunması için buradaydım, Mike Newton’ın eğer ağaç tepelerine benim gibi
    tırmanma becerisi olsaydı hiç şüphesiz yapacağı gibi onu kötü niyetle
    izlemeyecektim. Ona böyle kaba davranmayacaktım.
    Döndüğümde ev boştu, ki bu benim için iyiydi. Akıl sağlığımı sorgulayan
    küçümser ya da karışık düşünceleri özlememiştim. Emmett merdiven direğine bir
    not sıkıştırmıştı.
    "Rainier alanında futbol – hadi gel! Lütfen?"
    Bir kalem buldum ve ricasının altında üzgünüm kelimesini karaladım.
    Takımlar her halükarda ben olmadan eşitti.
    En kısa avlanma gezilerinden birine gittim, kendimi avcılar kadar güzel tada
    sahip olmayan daha küçük yaratıklarla besledim ve tekrar Forks’a koşmadan önce
    kıyafetlerimi değiştirdim.
    Bella bu gece de iyi uyuyamadı. Örtülerinin içinde döndü, yüzü bazen
    endişeli, bazen üzgündü. Hangi kabusun onu rahat bırakmadığını merak ettim… ve
    sonra muhtemelen gerçekten öğrenmek istemediğimi fark ettim.
    Konuştuğunda, çoğunlukla mutsuz bir sesle Forks ile ilgili aşağılayıcı şeyler
    mırılandı. Sadece bir kere, “Geri gel.” kelimelerini söyleyerek iç çektiğinde ve eli
    açıldığında – sözsüz bir rica – beni düşlüyor olabileceğini umma şansım oldu.
    Okulun sonraki günü, güneşin beni hapsettiği son gün, bir önceki gün gibiydi.
    Bella dünkünden de hüzünlü görünüyordu ve planlarından vazgeçip geçmeyeceğini
    merak ettim – iyi bir ruh halinde görünmüyordu.
    Ama söz konusu Bella olunca, muhtemelen arkadaşlarının eğlencesini
    kendisininkinin önüne koyardı.
    Bugün koyu mavi bir bluz giymişti ve renk, tenini kusursuz bir güzellikte
    gösteriyor, taze krema gibi görünmesini sağlıyordu.
    Okul bitti ve Jessica kızları almayı kabul etti – Angela da geliyordu, ki
    duruma minnettardım.
    Arabamı almak için eve gittim. Peter ve Charlotte’u orada bulduğumda
    kızlara önden başlamaları için bir saat verebileceğime karar verdim. Onları hız
    sınırında asla takip edemezdim – korkunç bir düşünce.
    Mutfaktan girdim, Emmett ile Esme’nin selamlarına başımı eğip karşılık
    vererek ön odadaki herkesi geçtim ve direkt olarak piyanoya gittim.
    Öf, geri geldi. Rosalie, tabii ki.
    Ah, Edward. Onun böyle acı çektiğini görmekten nefret ediyorum. Esme’nin
    mutluluğu endişeyle bozulmuştu. Endişelenmeliydi. Benim için öngördüğü bu aşk
    hikayesi her an daha çok bir trajediye doğru sürükleniyordu.
    Bu gece Port Angeles’ta iyi eğlenceler, diye düşündü Alice neşeyle. Bella’yla
    konuşma iznim olduğunda bana haber ver.
    Acınacak durumdasın. Dün geceki oyunu birinin uyuyuşunu seyretmek için
    kaçırdığına inanamıyorum, diye homurdandı Emmett.
    Jasper bana hiç dikkat etmedi, çaldığım şarkı niyetlendiğimden daha şiddetli
    çıktığında bile. Tanıdık bir konuya sahip – sabırsızlık – eski bir şarkıydı. Şimdi beni
    merakla süzen arkadaşlarına veda ediyordu.
    Ne kadar garip bir yaratık, diye düşündü Alice boyutlarında, beyazımsı sarışın
    saçlı Charlotte. Halbuki son karşılaştığımızda çok normal ve hoştu.
    Peter’ın düşünceleri, genelde olduğu gibi, yaklaşık olarak onunkilerle aynıydı.
    Sorun mutlaka hayvanlar olmalı. İnsan kanı eksikliği onları sonunda delirtiyor, diye
    düşünüyordu. Saçı nerdeyse Charlotte’unki açık renkte ve neredeyse onunki kadar
    uzundu. Birbirlerine çok benziyorlardı – boyut dışında, Peter neredeyse Jasper kadar
    uzundu – hem görünüş hem de düşünce açısından. İyi eşleşmiş bir çift, diye
    düşünürdüm her zaman.
    Esme dışında herkes bir süre sonra benim hakkımda düşünmeyi bıraktı ve
    dikkat çekmemek için daha hafif tonlarda çaldım.
    Onlara uzun bir süre dikkat etmedim, sadece müziğin huzursuzluğumu
    dağıtmasına izin verdim. Kızın görüşümden ve zihnimden uzak olması zordu.
    Onlara sadece vedalar bir finale geldiğinde dikkatimi verdim.
    “Eğer Maria’yı tekrar görürseniz,” diyordu Jasper biraz tereddütle “iyi
    dileklerimi iletin.”
    Maria hem Jasper’ı hem de Peter’ı yaratan vampirdi – Jasper’ı 19. yüzyılın
    ikinci yarısında, Peter’ı daha sonra, 1940’larda. Calgary’deyken bir kere Jasper için
    gelmişti. Olaylı bir ziyaret olmuştu – anında taşınmak zorunda kalmıştık. Jasper
    ondan nazikçe gelecekte mesafeyi korumasını rica etmişti.
    “Bunun yakın zamanda olacağını sanmıyorum.” dedi Peter gülerek – Maria
    inkar edilemez şekilde tehlikeliydi ve Peter ile aralarında pek sevgi yoktu. Peter,
    sonuçta, Jasper’ın ayrılmasını sağlamıştı. Jasper her zaman Maria’nın gözdesi
    olmuştu; onu öldürmeyi planladığında az düşünmüştü. “Ama eğer karşılaşırsak,
    kesinlikle iletirim.”
    Ayrılmaya hazırlanarak el sıkışıyorlardı. Çaldığım şarkıyı tatmin edici
    olmayan bir sonla bitirdim ve aceleyle ayağa kalktım.
    “Charlotte, Peter,” dedim başımı eğerek.
    “Seni tekrar görmek güzeldi Edward.” dedi Charlotte şüpheyle. Peter ise
    karşılık olarak sadece başını eğdi.
    Deli, dedi Emmett arkamdan.
    Geri zekalı, diye düşündü Rosalie aynı anda.
    Zavallı çocuk. Esme.
    Ve Alice azarlayıcı bir tonla. Direkt olarak doğuya, Seattle’a gidiyorlar. Port
    Angeles’a yaklaşmayacaklar.
    Duymamışım gibi davrandım. Bahanelerim zaten yeterince hafifti.
    Arabama girdiğimde, daha rahat hissettim; Rosalie’nin benim için – geçen
    sene, daha iyi bir ruh halindeyken – güçlendirdiği motorun sağlam mırlaması
    yatıştırıcıydı. Hareket halinde olmak bir ferahlıktı, tekerleklerimin altında kayan her
    mille Bella’ya yaklaştığımı bilmek…

      Forum Saati Ptsi Nis. 29, 2024 2:28 am