GECE YARISI GÜNEŞİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
GECE YARISI GÜNEŞİ

yok


    GECE YARISI GÜNEŞİ (GERÇEK DÜŞÜNCELERİ) 4.BÖLÜM

    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 13
    Kayıt tarihi : 31/01/10
    Nerden : ANKARA

    GECE YARISI GÜNEŞİ (GERÇEK DÜŞÜNCELERİ) 4.BÖLÜM Empty GECE YARISI GÜNEŞİ (GERÇEK DÜŞÜNCELERİ) 4.BÖLÜM

    Mesaj  Admin Salı Şub. 02, 2010 12:17 am

    GERÇEK DÜŞÜNCELERİ
    Okula geri döndüm. Yapılması doğru olan şey buydu, en az göze çarpacak davranış.
    Günün sonuna doğru, neredeyse diğer bütün öğrenciler de sınıflarına
    dönmüşlerdi. Sadece Tyler, Bella ve – muhtemelen kazayı okulu asmak için bir
    bahane olarak kullanan – birkaç kişi daha yoktu.
    Doğru olanı yapmak benim için bu kadar zor olmamalıydı; ama bütün
    öğleden sonra boyunca – gidip tekrar kızı bulmak için – okulu asma dürtüsüne karşı
    dişlerimi gıcırdatmıştım.
    Bir takipçi gibi. Saplantılı bir takipçi gibi. Saplantılı, vampir bir takipçi gibi.
    Bugün okul – bir şekilde, inanılmaz halde – geçen haftakinden daha da sıkıcı
    geliyordu. Koma gibi. Sanki tuğlalardan, ağaçlardan, gökyüzünden, etrafımdaki
    yüzlerden renk çekilmiş gibiydi… Duvarlardaki çatlakları izledim.
    Yapmam gereken başka bir doğru şey daha vardı… yapmadığım. Tabii ki,
    aynı zamanda yanlış bir şeydi. Tamamen hangi bakış açısından bakıldığına bağlıydı.
    Bir Cullen’ın – sadece bir vampir değil, bir Cullen’ın, bizim dünyamızda çok
    ender bir durum olarak bir aileye ait olan birinin – perspektifinden doğru olan
    bunun gibi bir şey yapmaktı:
    “Seni sınıfta gördüğüme şaşırdım Edward. Bu sabahki feci kazaya karıştığını
    duymuştum.”
    “Evet Bay Banner; ama ben şanslı olandım.” Arkadaşça bir gülümseme. “Hiçbir zarar
    görmedim… Keşke aynısını Tyler ve Bella için de söyleyebilsem.”
    “Durumları nasıl?”
    “Sanırım Tyler iyi… sadece araba camları yüzünden olan önemsiz çizikler. Bella’dan
    emin değilim ama.” Endişeli bir bakış. “Sarsıntı geçirmiş olabilir. Bir süre oldukça tutarsız
    olduğunu duydum – hatta bazı şeyler gördüğünü. Doktorların endişelendiğini biliyorum…”
    Olması gereken buydu. Aileme borçlu olduğum buydu.
    “Seni sınıfta gördüğüme şaşırdım Edward. Bu sabahki feci kazaya karıştığını
    duymuştum.”
    “Yaralanmadım.” Gülümseme yok.
    Bay Banner rahatsız olarak ağırlığını diğer ayağına verdi.
    “Tyler Crowley ve Bella Swan’ın nasıl olduğunu biliyor musun? Yaraları
    olduğunu duydum…”
    Omuz silktim. “Bilmiyorum.”
    Bay Banner boğazını temizledi. “Ee, doğru…” dedi, soğuk bakışım sesinin
    kulağa zoraki gelmesine neden oldu.
    Hızla sınıfın önüne yürüdü ve derse başladı.
    Bu yapılması yanlış olan şeydi. Eğer buna daha anlaşılmaz bir bakış açısından
    bakılmazsa.
    Sadece kıza arkasından iftira atmak çok… çok adice gelmişti, özellikle o bana
    hayal edebileceğimden daha güvenilir biri olduğunu kanıtlarken. İyi bir sebebi
    olmasına rağmen bana ihanet edecek hiçbir şey söylememişti. O sırrımı korumaktan
    başka hiçbir şey yapmamışken ben ona ihanet edebilir miydim?
    Neredeyse aynı diyalogu Bayan Goff’la da yaşadım – sadece İngilizce yerine
    İspanyolca olarak – ve Emmett bana bir bakış attı.
    Umarım bugün olanlar için iyi bir açıklaman vardır. Rose kavgaya hazır.
    Ona bakmadan gözlerimi devirdim.
    Aslında kulağa kusursuz gelen bir açıklama bulmuştum. Minibüsün kıza
    çarpmasını engellemek için hiçbir şey yapmadığımı düşünerek… Bu düşünceden
    irkildim; ama eğer araç ona çarpsaydı, eğer ezilseydi ve kanamaya başlasaydı,
    kırmızı sıvı dökülseydi, asfalta doğru boşa aksaydı, taze kan kokusu havada
    yayılsaydı…
    Tekrar titredim ama sadece dehşetle değil. Bir parçam arzuyla titredi. Hayır,
    onun kanamasını hepimizi çok daha şok edici ve göze batacak halde teşhir etmeden
    izleyemezdim.
    Bu kulağa kusursuz gelen bir mazeretti… ama kullanmayacaktım. Çok utanç
    vericiydi.
    Ve ne olursa olsun, olaydan uzun süre sonrasına kadar da aklıma gelmemişti.
    Jasper’a dikkat et, diye devam etti Emmett, dalgınlığımın farkında olmadan. O
    kadar sinirli değil… ama daha kararlı.
    Neyi kastettiğini gördüm ve oda bir süre etrafımda döndü. Öfkem o kadar
    yakıcıydı ki, kırmızı bir sis görüşümü bulutlandırdı. Boğulacağımı sandım.
    TANRI AŞKINA EDWARD! SAKİN OL! diye bağırdı Emmett kafasının içinde.
    Elini omuzlarımın üzerine koyup ayaklarımın üzerine zıplamadan önce beni orada
    tuttu. Tüm gücünü çok ender kullanırdı – nadiren gerek olurdu, çünkü
    karşılaştığımız bütün vampirlerden daha güçlüydü – ama şimdi kullanıyordu. Beni
    aşağı itmek yerine kolumu kavradı. Eğer itiyor olsaydı, altımdaki sandalye çökerdi.
    SAKİN! diye emretti.
    Kendimi sakinleştirmeye çalıştım; ama zordu. Öfke kafamın içinde yanıyordu.
    Jasper biz konuşana kadar hiçbir şey yapmayacak. Sadece yöneldiği yolu bilmen
    gerektiğini düşündüm.
    Rahatlamaya odaklandım ve Emmett’in elinin gevşediğini hissettim.
    Daha fazla acayip davranmamaya çalış. Ãu anki durumda başın yeterince belada.
    Derin bir nefes aldım ve Emmett beni bıraktı.
    Odayı rutin olarak taradım; ama tartışmamız o kadar kısa ve sessiz olmuştu ki
    sadece Emmett’in arkasında oturan birkaç kişi fark etmişti. Hiçbiri ne anlam
    çıkaracağını bilemedi ve boş verdiler. Cullen’lar ucubeydi – bunu herkes zaten
    biliyordu.
    Kahretsin çocuk, feci durumdasın. diye ekledi Emmett, tonunda anlayışla.
    “Isır beni,” diye mırıldandım fısıltıyla ve alçak sesli kıkırdamasını duydum.
    Emmett kin tutmazdı ve muhtemelen onun basit doğasına daha çok
    minnettarlık duymalıydım; ama Jasper’ın planlarının Emmett’a mantıklı geldiğini,
    bunun yapılacak en iyi şey olabileceğini düşündüğünü biliyordum.
    Öfke patlamak üzereydi, zorlukla kontrol altında tutabiliyordum. Evet,
    Emmett benden güçlüydü; ama beni bilek güreşinde yenememişti. Bunun hile
    yaptığım için olduğunu öne sürmüştü; ama düşüncelerini duymak benim bir
    parçamdı, müthiş gücü nasıl onun bir parçasıysa. Bir kavgada eşittik.
    Bir kavga? Yöneldiğim yer bu muydu? Zar zor tanıdığım bir insan için ailemle
    savaşacak mıydım?
    Bir an düşündüm, kızın vücudunun kollarımdaki kırılgan hissiyle, Jasper,
    Rose ve Emmett’i – olağanüstü derecede güçlü ve hızlı, doğal ölüm makineleri – yan
    yana koydum…
    Evet, onun için savaşırdım. Aileme karşı. Titredim.
    Ama onu tehlikeye sokan benken, savunmasız bırakmak adil değildi.
    Tek başıma kazanamazdım gerçi, üçüne karşı değil. Müttefiklerimin kimler
    olacağını merak ettim.
    Carlisle, kesinlikle. Kimseyle kavga etmezdi; ama Rose ile Jasper’ın planlarına
    tamamen karşı olurdu. Bütün ihtiyacım olan bu olabilirdi. Görecektim…
    Esme, şüpheli. Bana karşı olmazdı ve Carlisle’a katılmamaktan nefret ederdi;
    ama ailesini tam tutacak her plana katılırdı. Eğer Carlisle ailemizin ruhuysa, Esme de
    kalbiydi. Carlisle bize takip edilmeyi hak eden bir lider vermişti; Esme bu takibi bir
    sevgi hareketi haline getirmişti. Hepimiz birbirimizi seviyorduk – şu anda Jasper ve
    Rose’a hissettiğim öfke altında bile, kızı kurtarmak için onlarla kavga etmeyi
    planlarken bile, onları sevdiğimi biliyordum.
    Alice… Hiçbir fikrim yoktu. Muhtemelen neyin geldiğini gördüğüne göre
    değişirdi. Kazanan tarafın yanında yer alırdı, diye hayal ettim.
    O zaman bunu yardım olmadan yapmak zorunda kalacaktım. Tek başıma
    onların eşi değildim; ama kızın benim yüzümden incinmesine izin vermeyecektim.
    Bu kaçma anlamına gelebilirdi…
    Öfkem, ani kara mizahla biraz söndü. Kızın onu kaçırmama nasıl tepki
    verebileceğini hayal edebiliyordum. Tabii, tepkilerini çok ender doğru tahmin
    ediyordum – ama dehşet dışında başka ne hissedebilirdi?
    Bunu nasıl yapabileceğimden emin değildim gerçi – onu kaçırmayı. Yanında
    uzun süre kalamazdım. Muhtemelen onu sadece annesine geri götürürdüm. Bu
    kadarı bile tehlike doluydu. Onun için.
    Ve aynı zamanda benim için de olduğunu anladım, aniden. Eğer onu kazayla
    öldürürsem… bunun bana tam olarak ne kadar acı vereceğinden emin değildim; ama
    yoğun ve şiddetli olacağını biliyordum.
    Önümdeki karışıklıklar hakkında düşünürken zaman çabuk geçti. Evde beni
    bekleyen tartışma, ailemle olan çatışma, daha sonra gitmek zorunda kalabileceğim
    uzaklıklar…
    Eh, artık bu okulun dışındaki hayatın monoton olduğundan şikayet
    edemezdim. Kız bu kadarını değiştirmişti.
    Emmett ve ben zil çaldığında sessizce arabaya yürüdük. Benim için
    endişeleniyordu ve Rosalie için. Bir kavgada kimin yanında olmak zorunda
    olduğunu biliyordu ve bu onu rahatsız ediyordu.
    Diğerleri de bizi arabada sessiz bir şekilde bekliyordu. Çok sessiz bir gruptuk.
    Sadece bağırışı duyabiliyordum.
    Geri zekalı! Deli! Aptal! Budala! Bencil, sorumsuz salak! Rosalie iç sesinin avazı
    çıktığı kadar bağırarak durmaksızın hakaret etti. Bu diğerlerini duymayı
    zorlaştırıyordu; ama onu mümkün olduğunca duymazdan geldim.
    Emmett, Jasper konusunda haklıydı. Kararından emindi.
    Alice sıkıntılıydı, Jasper için endişeleniyor, gelecekle ilgili görüntüleri gözden
    geçiriyordu. Jasper kıza hangi yönden gelirse gelsin, Alice beni her zaman orada, onu
    engellerken görüyordu. İlginç… Rosalie de, Emmett de o görüşlerde onunla değildi.
    O zaman Jasper yalnız çalışmayı planlıyordu. Bu işleri eşitlerdi.
    Jasper en iyiydi, kesinlikle aramızdaki en deneyimli savaşçıydı. Benim tek
    avantajım hamlelerini onları yapmadan duyabiliyor olmamdı.
    Emmett’la ya da Jasper’la hiçbir zaman şaka dışında kavga etmemiştim –
    sadece vakit öldürmek için. Gerçekten Jasper’ı incitmeye çalışma fikri üzerine hasta
    hissettim.
    Hayır böyle olmayacaktı. Sadece onu engelleyecektim. O kadar.
    Alice’e odaklanıp Jasper’ın değişik saldırı yollarını ezberlemeye başladım.
    Bunu yaptığım sırada görüşleri değişti, Swan’ların evinden çok uzağa gitti.
    Onu daha erken engelliyordum…
    Kes şunu Edward! Böyle olamaz. İzin vermem.
    Ona cevap vermedim, sadece izlemeye devam ettim.
    Daha ilerisini araştırıyordu, sisli, kesin olmayan uzak ihtimalleri. Her şey
    belirsiz ve anlaşılmazdı.
    Eve gidiş yolu boyunca tartışmalı sessizlik kalkmadı. Evden uzakta olan
    büyük garaja park ettik; Carlisle’ın Mercedes’i oradaydı, Emmett’in büyük cipi,
    Rose’un M3’ü ve benim Vanquish’imin yanındaydı. Carlisle’ın evde olmasına
    sevinmiştim – sessizlik patlamayla bitecekti ve bu gerçekleştiğinde onun orada
    olmasını istiyordum.
    Direkt olarak yemek odasına gittik.
    Bu oda, tabii ki, hiçbir zaman tasarlandığı amaca hizmet etmezdi; ama
    sandalyelerle çevrilmiş maun renkli uzun bir masayla döşenmişti – bütün sahne
    malzemelerini doğru yerleştirmek konusunda titizdik. Carlisle burayı konferans
    odası olarak kullanmayı seviyordu. Böyle güçlü ve bambaşka kişiliklerden oluşan bir
    grupta, bazen işleri sakin, oturmuş davranışlarla tartışmak gerekiyordu.
    İçimde yerin çok yardımcı olmayacağına dair bir his vardı.
    Carlisle odanın doğu tarafındaki alışılmış yerinde oturdu. Esme de onun
    yanına – masanın üzerine el ele tutuştular.
    Esme’nin gözleri benim üzerimdeydi, altın rengi derinlikleri endişeyle
    doluydu.
    Kal. Tek düşüncesi buydu.
    Benim için gerçekten bir anne olan kadına gülümseyebilmeyi dilerdim; ama
    şu anda ona verebileceğim hiçbir güvence yoktu.
    Carlisle’ın diğer yanına oturdum. Esme onun etrafından uzandı ve serbest
    elini omzuma koydu. Neyin başlamak üzere olduğuna dair hiçbir fikri yoktu; sadece
    benim için endişeleniyordu.
    Carlisle’ın bununla ilgili daha iyi bir sezisi vardı. Dudakları sıkıca birbirine
    bastırılmıştı ve alnı kırışmıştı. İfadesi genç yüzüne göre çok yaşlı görünüyordu.
    Herkes otururken, çizgilerin çekildiğini görebiliyordum.
    Rosalie uzun masanın diğer ucuna, Carlisle’ın karşısına oturdu. Gözlerini hiç
    kaçırmadan bana öfkeyle baktı.
    Emmett onun yanına oturdu, hem yüzü hem de düşünceleri endişeliydi.
    Jasper durakladı ve sonra Rosalie’nin arkasındaki duvarın önünde durdu.
    Kararlıydı, bu tartışmanın sonucuna aldırışsızdı. Dişlerim birbirine kenetlendi.
    Alice içeri giren son kişiydi ve gözleri uzaktaki bir şeye odaklıydı – hala bir
    anlam çıkarabilmesi için çok bulanık olan geleceğe. Hakkında düşünmüş gibi
    görünmeden Esme’nin yanına oturdu. Sanki baş ağrısı çekiyormuş gibi alnını
    ovuşturdu. Jasper zorla kıpırdandı ve ona katılmayı düşündü; ama yerinde kaldı.
    Derin bir nefes aldım. Bunu ben başlatmıştım – ilk ben konuşmalıydım.
    “Özür dilerim.” dedim önce Rose’a, ardından Jasper’a ve sonra Emmett’e
    bakarak. “Hiçbirinizi riske atmak istememiştim. Bu düşüncesizdi ve acele
    davranışımın sorumluluğunu tamamen üstleniyorum.”
    Rosalie bana meşum bir şekilde öfkeyle baktı. “Ne demek istiyorsun
    ‘sorumluluğu tamamen üstleniyorum’ derken? Düzeltecek misin?”
    “Senin kastettiğin şekilde değil.” dedim sesimi normal ve alçak tutmaya
    çalışarak. “Eğer işleri daha iyi hale getirecekse şimdi gitmek istiyorum.” Eğer kızın
    güvende olacağına, hiçbirinizin ona dokunmayacağına inanırsam, diye düzelttim kafamın
    içinde.
    “Hayır.” diye mırıldandı Esme. “Hayır Edward.”
    Elini okşadım. “Sadece birkaç yıl.”
    “Esme haklı ama.” dedi Emmett. “Ãimdi hiçbir yere gidemezsin. Bu kesinlikle
    yardımcı olmaz. İnsanların ne düşündüğünü her zamankinden fazla bilmemiz
    gerekiyor.”
    “Alice büyük herhangi bir şeyi yakalar.” diye karşı çıktım.
    Carlisle kafasını salladı. “Sanırım Emmett haklı Edward. Eğer sen ortadan
    kaybolursan kızın konuşma ihtimali artar. Ya hepimiz gitmeliyiz, ya da hiçbirimiz.”
    “Hiçbir şey söylemeyecek.” diye ısrar ettim çabucak. Rosalie patlamak
    üzereydi ve öncelikle bu gerçeğin ortada olmasını istedim.
    “Onun zihnini bilmiyorsun.” dedi Carlisle.
    “Bu kadarını biliyorum. Alice, bana arka çık.”
    Alice bana bezgin bir ifadeyle baktı. “Bunu görmezden gelirsek ne olacağını
    göremem.” Rose ile Jasper’a baktı.
    Hayır, o geleceği göremiyordu – Rose ve Jasper bu olayı görmezden
    gelmemeye bu kadar kararlıyken değil.
    Rosalie’nin avucu masaya gürültüyle indi. “O insana bir şey söyleme şansı
    veremeyiz. Carlisle bunu görmek zorundasın. Hepimiz kaybolmaya karar versek bile
    arkamızda hikayeler bırakmak güvenli değil. Türümüzün kalanından çok farklı
    yaşıyoruz – bizi suçlamaya bayılacak olanları biliyorsun. Herkesten daha dikkatli
    olmalıyız.”
    “Arkamızda daha önce de söylentiler bıraktık.” diye hatırlattım ona.
    “Sadece söylentiler ve şüpheler Edward. Görgü tanıkları ve deliller değil!”
    “Delil!” dedim küçümseyerek.
    Ama Jasper başını sallıyordu, gözleri sertti.
    “Rose–” diye başladı Carlisle.
    “Bitirmeme izin ver Carlisle. Büyük bir şey olmasına gerek yok. Kız bugün
    kafasını vurdu. O zaman, belki de o yaralanmanın göründüğünden daha ciddi
    olduğu ortaya çıkar.” Rosalie omuz silkti. “Her ölümlü uyanmama ihtimaliyle yatar.
    Diğerleri bizim arkamızı toplamamızı bekleyecektir. Teknik olarak bu Edward’ın işi;
    ama belli ki bu onun ötesinde. Kontrol sahibi olduğumu biliyorsun. Arkamda hiç
    kanıt bırakmam.”
    “Evet Rosalie, hepimiz ne kadar usta bir katil olduğunu biliyoruz.” diye
    söylendim.
    Sinirle bana tısladı.
    “Edward, lütfen.” dedi Carlisle. Sonra Rosalie’ye döndü. “Rosalie,
    Rochester’daki olaya başka türlü baktım çünkü adaletini sağlamanın hakkın
    olduğunu düşündüm. Öldürdüğün adamlar sana canavarca davranmışlardı. Bu aynı
    durum değil. Swan kızı masum.”
    “Bu kişisel değil Carlisle.” dedi Rosalie dişlerinin arasından. “Bizi korumak
    için”
    Carlisle cevabını düşünürken kısa bir sessizlik oldu. Başını salladığında
    Rosalie’nin gözleri aydınlandı. Daha iyi bilmeliydi. Düşüncelerini okuyabiliyor
    olmasaydım bile, sonraki sözlerini beklerdim. Carlisle hiçbir zaman ödün vermezdi.
    “İyiliğimizi düşündüğünü biliyorum Rosalie; ama… ailemizin korunmaya
    değer olmasını tercih ederim. Ara sıra meydana gelen… kazalar ya da kontrol hataları
    olduğumuz şeyin üzücü bir kısmı.” O hiçbir zaman hata yapmadığı halde kendini de
    eklemişti. “Suçsuz bir çocuğu soğukkanlılıkla öldürmek tamamen başka bir şey.
    Konuşsun ya da konuşmasın sunduğu riske inanıyorum; fakat bu, en büyük riskin
    yanında hiçbir şey. Eğer kendimizi korumak için istisnalar yaparsak, çok daha
    önemli bir şeyi tehlikeye atarız. Özümüzü kaybetme riskine gireriz.”
    Yüz ifademi çok dikkatle kontrol ettim. Sırıtmamak ya da alkışlamamak için,
    ki bunu yapabilmeyi dilerdim.
    Rosalie suratını astı. “Bu sadece sorumlu olmak.”
    “Bu duygusuz olmak.” diye düzeltti Carlisle nazikçe. “Her hayat değerlidir.”
    Rosalie iç çekti ve alt dudağını büzdü. Emmett onun omzunu okşadı. “İyi
    olacak Rosalie.” diye destekledi alçak bir sesle.
    “Soru,” diye devam etti Carlisle “taşınmalı mıyız, taşınmamalı mıyız?”
    “Hayır.” diye inledi Rosalie. “Daha yeni yerleştik. Liseye tekrar baştan
    başlamak istemiyorum!”
    “Ãu anki yaşını koruyabilirsin.” dedi Carlisle.
    “Ve sonra çok daha erken taşınmak zorunda mı kalalım?”
    Carlisle omuz silkti.
    “Burayı seviyorum. Çok az güneş var, neredeyse normal olabiliyoruz.”
    “Pekala, buna kesin olarak şimdi karar vermemiz gerekmiyor. Bekleyebilir ve
    gerekli olup olmadığını görebiliriz. Edward Swan kızının sessizliğinden emin
    görünüyor.”
    Rosalie homurdandı.
    Ama artık Rose hakkında endişeli değildim. Bana ne kadar sinirli olursa olsun
    Carlisle’ın kararına uyacağını biliyordum. Konuşmaları önemsiz detaylara geçmişti.
    Jasper hareketsiz kaldı.
    Sebebini anlıyordum. Alice ve o tanışmadan önce, bir çarpışma alanında
    yaşamıştı, insafsız bir savaş alanında. Kuralları küçümsemenin sonuçlarını biliyordu
    – korkunç akıbeti kendi gözleriyle görmüştü.
    Rosalie’yi ekstra yetenekleriyle sakinleştirmeye çalışmamıştı ya da şimdi onu
    coşturmayı denemiyordu. Kendini bu tartışmanın dışında tutuyordu.
    “Jasper,” dedim.
    Bakışlarını bana çevirdi, yüzü ifadesizdi.
    “Benim hatamı o ödemeyecek. Buna izin vermeyeceğim.”
    “Bundan kar mı sağlayacak o zaman? Bugün ölmeliydi Edward. Ben sadece
    işleri doğru hale sokacağım.”
    Her kelimeyi vurgulayarak tekrarlardım. “Buna izin vermeyeceğim.”
    Kaşları kalktı. Bunu beklemiyordu – onu durdurmaya çalışacağımı hiç
    düşünmemişti.
    Kafasını salladı. “Alice’in tehlike içinde yaşamasına izin vermem, en ufak bir
    tehlike içinde bile. Ona hissettiğim şeyleri kimseye hissetmedin Edward ve
    anılarımda görsen de yaşadıklarımı yaşamadın. Anlamıyorsun.”
    “Bunu tartışmıyorum Jasper; ama sana şimdi söylüyorum, Isabella Swan’ı
    incitmene izin vermeyeceğim.”
    Birbirimize baktık – öfkeyle değil; ama karşıtlığı tartarak. Kararlığımı test
    etmek için ruh halimi ölçtüğünü hissettim.
    “Jazz,” dedi Alice bizi bölerek.
    Bana bir an daha baktı ve sonra ona döndü. “Kendini koruyabileceğini
    söylemeye zahmet etme Alice. Bunu zaten biliyorum. Yine de–”
    “Söyleyeceğim şey bu değil.” diyerek lafını kesti Alice. “Senden bir iyilik
    isteyecektim.”
    Aklında ne olduğunu gördüm ve ağzım duyulabilir bir solukla açıldı. Ãok
    içinde ona baktım, Alice ve Jasper dışında herkesin ihtiyatla bana baktığının hayal
    meyal farkındaydım.
    “Beni sevdiğini biliyorum. Teşekkürler; ama eğer Bella’yı öldürmeyi
    denemezsen sana gerçekten minnettar kalacağım. İlk olarak, Edward ciddi ve
    ikinizin kavga etmesini istemiyorum. İkincisi, o benim arkadaşım. En azından,
    olacak.”
    Bu kafasında cam gibi netti: Alice, buz gibi ve beyaz kolunu kızın sıcak, narin
    omuzlarına atmış, gülümsüyor ve Bella da kolunu Alice’in beline dolamış,
    gülümsüyordu.
    Görüntü somuttu; sadece zaman kesin değildi.
    “Ama… Alice…” dedi Jasper zorlukla nefes alarak. İfadesini görmek için
    kafamı çeviremedim. Alice’in kafasındaki görüntüden kendimi alamıyordum.
    “Onu bir gün seveceğim Jazz. Eğer arkadaşım olmasına izin vermezsen sana
    gerçekten çok sinirlenirim.”
    Hala Alice’in düşüncelerine kilitliydim. Jasper’ın çözümü onun beklenmedik
    isteğiyle bocaladığında geleceğin yumuşak bir şekilde titrediğini gördüm.
    “Ah,” dedi iç çekerek – Jasper’ın kararsızlığı yeni geleceği netleştirmişti.
    “Gördünüz mü? Bella hiçbir şey söylemeyecek. Endişelenecek bir şey yok.”
    Kızın ismini söyleyişi… sanki şimdiden sırdaşlarmış gibi…
    “Alice,” dedim tıkanarak. “Bunu… ne yapıyor…?”
    “Bir değişikliğin geliyor olduğunu söylemiştim. Bilmiyorum Edward.” ama
    çenesini kilitledi ve daha çok şey olduğunu anladım. Hakkında düşünmemeye
    çalışıyordu; Jasper karar vermek için çok şaşırmış olmasına rağmen, aniden ona
    odaklanmıştı.
    Bunu bazen benden bir şey saklamaya çalıştığında yapardı.
    “Ne Alice? Ne saklıyorsun?”
    Emmett’in homurdandığını duydum. Alice ve ben bu çeşit diyaloglara
    girdiğimizde rahatsız olurdu.
    Beni içeri almamaya çalışarak kafasını salladı.
    “Kızla mı ilgili?” diye sordum. “Bella’yla mı ilgili?”
    Konsantrasyon içinde dişlerini birbirine kenetlemişti; ama Bella’nın adını
    söylediğimde hata yaptı. Bu, bir saniyenin en ufak parçası kadar sürdü; ama
    yeterince uzundu.
    “HAYIR!” diye bağırdım. Sandalyemin yere düşme sesini duydum ve ancak o
    zaman ayaklarımın üzerinde olduğumu anladım.
    “Edward!” Carlisle de ayaktaydı, eli omzumdaydı. Onun varlığının hayal
    meyal farkındaydım.
    “Somutlaşıyor,” diye fısıldadı Alice. “Daha kararlı olduğun her dakika. Onun
    için gerçekten sadece iki yol kaldı. Birinden biri Edward.”
    Gördüğünü görebiliyordum… ama bunu kabul edemezdim.
    “Hayır,” dedim tekrar, sesimin kuvveti yoktu. Ayaklarım boş hissediyordu ve
    masadan destek almak zorunda kaldım.
    “Biri lütfen kalanımızı da bilgilendirebilir mi?” diye şikayet etti Emmett.
    Onu duymazdan gelerek “Gitmek zorundayım,” diye fısıldadım Alice’e.
    “Hiçbir yere gittiğini görmüyorum Edward,” dedi Alice. “Artık
    gidebileceğinden emin değilim.” Düşün, dedi içinden. Gitmeyi düşün.
    Ne kastettiğini anlamıştım. Evet, kızı bir daha hiç görmeme fikri… acı
    vericiydi; ama aynı zamanda gerekliydi. Onu mahkum ettiğim iki geleceği de kabul
    edemezdim.
    Jasper’dan tam olarak emin değilim Edward, diye devam etti. Eğer gidersen, eğer
    onun bizim için bir tehlike olduğunu düşünürse…
    “Bunu duymadım,” diyerek inkar ettim, hala dinleyicilerimizin yarı
    farkındaydım. Jasper tereddüt ediyordu. Alice’i incitecek bir şey yapmazdı.
    Tam olarak şu anda değil. Onun hayatını riske atar, korunmasız bırakır mısın?
    “Bana bunu niye yapıyorsun?” diye inledim. Başım ellerime düştü.
    Ben Bella’nın koruyucusu değildim. Olamazdım. Alice’in bölünmüş geleceği bunu
    kanıtlamak için yeterli değil miydi?
    Onu ben de seviyorum. Ya da seveceğim. Aynı şekilde değil; ama bunun için onun
    yanında olmak isteyeceğim.
    “Sen de mi seviyorsun?” diye fısıldadım kuşkuyla.
    İç çekti. Çok körsün Edward. Nereye yöneldiğini göremiyor musun? Ãimdiden nerede
    olduğunu göremiyor musun? Bu güneşin doğudan doğmasından daha kaçınılmaz. Ne
    gördüğüme bak…
    Dehşetle kafamı salladım. “Hayır.” Bana gösterdiği görüntüleri kapamaya
    çalıştım. “Bu gidişatı takip etmek zorunda değilim. Gideceğim. Geleceği
    değiştireceğim.”
    “Deneyebilirsin,” dedi, sesi şüpheliydi.
    “Ah, hadi ama!” diye bağırdı Emmett.
    “Dikkat et,” diye tısladı Rose ona alayla. “Alice onun bir insana aşık olacağını
    görüyor. Ne kadar klasik Edward!” Öğürme sesi çıkardı.
    Onu zorlukla duyabildim.
    “Ne?” dedi Emmett şaşırarak. Sonra gümbürdeyen kahkahası odada
    yankılandı. “Olan bu muydu?” Tekrar güldü. “Geçmiş olsun Edward.”
    Elini omzumda hissettim ama anında sallayıp ittim. Ona dikkatimi
    veremezdim.
    “Bir insana aşık mı olacak?” diye tekrarladı Esme hayrete düşmüş bir sesle.
    “Bugün kurtardığı kıza? Ona aşık mı olacak?”
    “Ne görüyorsun Alice? Tam olarak.” diye sordu Jasper.
    Ona döndü ve ben yüzünün yanına uyuşmuş şekilde bakmaya devam ettim.
    “Yeterince güçlü olup olmadığına bağlı. Ya onu kendi öldürecek” – öfkeyle
    tekrar bana baktı – “ki bu beni gerçekten sinirlendirir, sana ne yapacağından
    bahsetmeye gerek yok–” tekrar Jasper’a döndü, “ya da bir gün bizden biri olacak.”
    “Bu gerçekleşmeyecek!” Yine bağırıyordum. “İkisi de!”
    Alice beni duymuş gibi gözükmüyordu. “Hepsi bağlı,” diye tekrarladı. “Onu
    öldürmeyecek kadar güçlü olabilir – ama yakın olacak. İnanılmaz büyüklükte bir
    kontrol gerektirecek. Carlisle’ın sahip olduğundan da fazla. Yalnızca yeterince güçlü
    olabilir… Yapmak için yeterince güçlü olamayacağı tek şey ondan uzak durmak. Bu
    kaybedilmiş bir dava.”
    Sesimi bulamıyordum. Herkes benimle aynı durumda gibi görünüyordu. Oda
    hareketsizdi.
    Alice’e baktım ve diğer herkes bana baktı. Dehşete düşmüş ifademi beş farklı
    bakış açısından görebiliyordum.
    Uzun süre sonra, Carlisle iç çekti.
    “Pekala, bu… işleri karmaşıklaştırır.”
    Emmett katıldı. Sesi hala kahkahaya yakındı. Hayatımın yıkımında şaka
    bulması için Emmett’e güvenilebilirdi.
    “Sanırım planlar aynen kalıyor,” dedi Carlisle düşünceli bir halde. “Kalacağız
    ve izleyececeğiz. Kimse… kızı incitmeyecek.”
    Katılaştım.
    “Hayır,” dedi Jasper sessizce. “Bunu kabul edebilirim. Eğer Alice sadece iki
    yol görüyorsa–”
    “Hayır!” Sesim bir bağırış ya da homurdanma ya da çaresizlik haykırışı
    değildi; ama üçünün bir karışımıydı. “Hayır!”
    Gitmek zorundaydım, düşüncelerinden uzaklaşmak zorundaydım –
    Rosalie’nin iğrenişi, Emmett’ın mizahı, Carlisle’ın hiç bitmeyen sabrı…
    Daha kötüsü: Alice’in güveni. Jasper’ın onun güvenine olan güveni.
    En kötüsü: Esme’nin… mutluluğu.
    Odadan dışarı çıktım. Esme ben geçerken koluma dokundu; ama hareketine
    karşılık vermedim.
    Evden çıkmadan önce koşuyordum. Nehri bir seferde geçtim ve ormana
    doğru yarıştım. Yağmur tekrar yağıyordu, o kadar yoğundu ki kısa süre içinde
    sırılsıklam olmuştum. Kalın su tabakasından hoşlanmıştım – benimle dünyanın geri
    kalanı arasında bir duvar örüyordu. Yalnız kalmamı sağlıyordu.
    Doğruca doğuya koştum, Seattle’ın ışıklarını görene kadar dağları rotamı
    değiştirmeden geçtim. İnsan yerleşkesinin yakınına yanaşmadan durdum.
    Yağmurla kapanmış, tamamen yalnız halde, sonunda yaptığım şeye baktım –
    geleceği nasıl böldüğüme.
    İlki, Alice ve kızın kol kola olduğu görüştü – güven ve arkadaşlık o kadar
    açıktı ki görüntüden bağırıyordu. Bella’nın büyük çikolata renkli gözleri sersemlemiş
    değildi; ama hala sırlarla doluydu – o anda, mutlu sırlar gibi görünüyorlardı. Alice’in
    soğuk kolundan çekinmiyordu.
    Bu ne demekti? Ne kadar biliyordu? Gelecekten hala canlı olan bu anda, benim
    hakkımda ne düşünüyordu?
    Diğer görüntü, çok benzerdi; ama şimdi dehşetle boyanmıştı. Alice ve Bella
    hala güvenilir arkadaşlıkla kol kolalardı; ama şimdi bu kolların arasında farklılık
    yoktu – ikisi de beyaz, mermer kadar düz, çelik kadar sertti. Bella’nın gözleri artık
    çikolata rengi değildi. İrisleri parlak, canlı bir kırmızıydı. İçlerindeki sırlar
    anlaşılmazdı – kabul ediş ya da perişanlık? Söylemek imkansızdı. Yüzü soğuk ve
    ölümsüzdü.
    Titredim. Benzer; ama farklı soruları bastıramadım: Bu ne demekti – nasıl
    ortaya çıkmıştı? Ve şimdi benim hakkımda ne düşünüyordu?
    Sonuncusuna cevap verebilirdim. Eğer onu zayıflığım ve bencilliğimle bu boş
    yarı-hayata sürüklersem, şüphesiz benden nefret ederdi.
    Ama dehşet verici bir görüntü daha vardı – kafamın içinde tuttuğum her
    görüntüden daha kötü bir tane.
    Benim kendi gözlerim, insan kanıyla koyu kırmızı, bir canavarın gözleri.
    Kollarımda Bella’nın zarar görmüş bedeni, kül beyazı, kuru, cansız. Bu çok somuttu,
    çok net.
    Bunu görmeye dayanamıyordum. Katlanamıyordum. Aklımdan silmeye
    çalıştım, başka bir şey görmeye çabaladım, herhangi bir şey. Varlığımın son
    bölümünde görüşümü engellemiş olan, yaşayan ifadesini tekrar görmeye çalıştım.
    Alice’in soğuk görüşü zihnimi doldurdu ve sebep olduğu acıyla kıvrandım.
    Aynı zamanda, içimdeki canavar keyifle, başarısının olasılığına sevinerek uçuyordu.
    Bu beni hasta etti.
    İzin veremezdim. Geleceği alt etmenin bir yolu olmalıydı. Alice’in
    görüşlerinin beni yönlendirmesine izin vermeyecektim. Başka bir yol seçecektim. Her
    zaman bir seçenek vardı.
    Olmak zorundaydı.[/font]

      Forum Saati Salı Mayıs 14, 2024 3:13 pm